İçerdeki Hain ya da İdealist? Whistleblower
Bir çalışanın, işyerindeki yanlışları açığa çıkarması, kamuoyuna duyurması şeklinde açıklanabilecek Whistleblowing…
Çevresel etkilerden yolsuzluklara kadar pek çok konuyu kapsar. Çalıştığınız iş yerindeki uygulamaların etik olmadığını fark ettiğinizde ne yaparsınız? İfşacı olmayı göze alıp erdemli yanınızı ortaya koyarsanız, sizi ve kariyerinizi uzun vadede neler bekler? Halk sağlığından çevresel sorunlara, rüşvet ve yolsuzluktan askeri suçlara kadar bir dizi gizli bilgi, kurum içinden bireylerin sızdırmasıyla açığa çıkıyor. Uluslararası literatürde Whistleblower olarak geçen bu bireylerin “hain” mi, yoksa idealist ifşacılar” mı olduğu ise büyük bir tartışma konusu…
Jeffrey Wigand’ın 1996 daki dokunaklı hikayesinden yola çıkan Köstebek, The Insider, Brown& Wiliamson şirketinde AR-GE Müdür Yardımcısı pozisyonundayken kovulan Wigand’ın (Russel Crowe) 1996’da şirketin sırlarını CBS kanalında ifşa etmesini konu almış ve halk sağlığı uğruna şirketin gizliliğinin ne derece ifşa edilebilir olduğunun sorgulanmasının yolunu açmıştı.
Hepimizin bildiği Russel Crowe’un başrolünü oynadığı ‘Köstebek’ filmiyle ilk kez popüler kültürle buluşan ve daha geniş kitlelerce tanınır hale gelen Whistleblowers (ıslık çalan anlamına geliyor) kavramı aslında kökleri epey eskiye, 1777’lere dek gidiyor. İlk “ıslık çalma” olayı, Amerikan Bağımsızlık Bildirisi imzalandıktan bir süre sonra ABD Deniz Kuvvetleri’nin başındaki Amiral Esek Hopkins’i görevinden etmişti. Amiral Hopkins’i İngiliz savaş esirlerine yaptığı işkencelerden dolayı Kongre’ye şikayet iki üst teğmen, hiç de hesapta yokken ABD’de herhangi bir vatandaşın kamu görevlilerini görevi kötüye kullanmakla şikayet edebilmesi hakkının önünü açmıştı.
Tarihsel süreçte önemli Whistleblowing olaylarından birisi de 1933 yılında, yine Amerikan Ordusu saflarında yaşanmış. Smedley Butler adında emekli bir ABD Deniz Kuvvetleri generali War as a Racket (bu arada Racket hem meslek hem de dolandırıcılık anlamına geliyor) isimli kitabında Franklin D. Roosevelt yönetimine karşı iş dünyasının kendi çıkarlarını korumak için yürüttükleri stratejiyi deşifre etmişti.
1970’li yılların en önemli Whistleblowers olaylarından biriyse kuşkusuz 1976 yılında dünyanın en etkili şirketlerinden General Electric’te yaşandı. General Electrics’in kadrolu üç mühendisi; nükleer enerji çalışmaları gerçekleşirken şirketin toplum güvenliğini ilgilendiren yasayı ihlal ettikleri yönündeki açıklamaları medyanın ilgisini çekti ve bu üç mühendisin harika zaman kurgusuyla, basın açıklamalarıyla eşzamanlı gerçekleşen istifalarının da önünü açtı. İşin en ilginç yanı ise, belki de istifalarını veren üç mühendisin olayın hemen ardından devletlere yönelik danışmanlık hizmeti veren bir şirketi, MHB Technical Associates’ı kurmasıydı.
Uzun vadede Whistleblowers’ların kaderine göz attığımızda kimi bilgileri ifşa edenlerin “kahraman” ilan edilerek ödüllendirilirken bir diğer kısmın ise uzun suren işsizliğe sürüklendiğini gözlemliyoruz.
Bir Whistleblower olup da kariyerinde bunu olumlu yönde kullanmayı başarmış bir isim ise Cynthia Cooper. WorldCom’un finansal departmanında görev alırken şirketin 9 milyar dolarlık yolsuzluğunu saptayan ve şirketin denetçilerinin de bunu görmezden geldiğini ispat eden Cynthia Cooper terfi etmiş ve maaşını ikiye katlamayı başarmıştı.
Peki; bu terfide olayın basına yansımasının önemi neydi? Birçoğumuza göre, bu önem küçümsenmeyecek ölçüde, zira şirket itibarının zedeleneceğinden endişe duyan yönetimin toplumun gözünde dürüstlük timsali Cynthia Cooper’ı ödüllendirmekten başka şansının olmadığını düşünebilirsiniz.
Ne yazık ki tüm Whistleblowersların kaderi Cynthia Cooper gibi olumlu gelişmelerle dolu değil. Aldığı sorumluluğun karşısında yıllarca işsizliğe mahkum olanlar da mevcut…
Wikileaks ile toplumsal bir fenomen halini alan Whistleblowerslar, bir yandan kurumların/ şirketlerin çalışanlarına ne denli güvenebileceklerini sorgulatırken, bir yandan da toplum sağlığı vb. uğruna maaşlarından, ve sosyal güvencelerinden olmayı göze alan bu kişilerin aslında birer idealist mi yoksa birer hain mi olduğu sorgusunu su yüzüne çıkartıyor.
Bu anlamda whistleblowers hadisesini Hukuki açıdan da değerlendirmek de yarar var. Şirketlerin büyük sırlarını korkusuzca ifşa eden bu kişiler ne derece koruma altındalar?
Anglosakson hukukunda susmak yerine karşılaştıkları yasa veya etik dışı işleri ilgili makamlara bildiren kişiler “Whistleblower” (ıslık çalan) ve bu şekilde ihbar yapılması ise Whistleblowing’ olarak adlandırılıyor. ABD’de Senato tarafından kabul edilen mali reform yasası, Whistleblowing konusunda önemli hükümlere yer vermiş, sermaye piyasası ile ilgili sahtekârlıkları ihbar eden şirket çalışanlarının işten atılmaları ve ayrıma tabi tutulmalarını yasaklamıştır.
Türkiye’de konunun hukuksal boyutu üzerine düşünenlerden biri olan Hukuk Doktoru Halil Doğru’nun bu konuda yayımladığı makaleye göre, ülkemizde de vergi kanunları gibi bazı kanunlarda ihbar yapanların ödüllendirilmesi söz konusu. Ancak Sermaye Piyasası Kanunu ve mevzuatında halka açık şirketlere ilişkin bir Whistleblowing düzenlenmesi bulunmadığının da altını çiziyor Halil Doğru ve ekliyor ‘Whistleblowing aynı zamanda bir kurumsal yönetim ilkesi olarak kabul edildiğinden SPK’nın, ‘whistleblowing’i bir kurumsal yönetim ilkesi olarak düzenlemesi mümkün. Bu durumda bu ilkeyi kabul eden şirketlerin hukuk ve etik değerlere uygun olmayan davranışlara karşı çıkan ve yetkili organ ve makamlara bildirenler aleyhine yaptırım uygulamayacaklarını beyan edeceklerdir”.
İş etiği, toplumsal fayda, kişisel çıkar dilemması bir kenarda dursun, Whistleblowersların yarattığı tartışma WikiLeaks skandalıyla farklı bir boyuta taşındı bile! Görünen o ki, Whistleblowerslar varlıklarını günümüzde bir fenomen olarak sürdürmeye devam edecekler…
Deniz Eralp