İşte etiğin tarihi hem etik hem de iş tarihine kadar geri gider. En eski barterin eşitliğe dayalı değiş-tokuş prensibine dayalı olduğunu tahmin edebiliriz. Laik ve dini olarak iki burgudan bahsetmiştim. Her ikisinde de etiğin gelişmesinde işte etiğin gelişmesine parallellik bulunmaktadır. Nikomakian Etik (V,5) adlı eserinde Aristoteles adilliğin eşitlerin eşitlerle değiş tokuşu olarak, Politikalar (I,8-10) adlı eserinde ise “elde etme sanatı”, ticaret ve aşırı derecede yüksek faizde borç vermenin ev yaşamı etiğinin parçaları olarak yazmıştı. Çağdaş zamana geldiğimizde, John Locke (1690) özel mülkiyetin konu olan eşya üzerinde çalışmaya dayalı elde edilen doğal hakkın uygulanması olarak savunmuştur.
Ulusların Zenginliği’nden önce Ahlaksal Duygular Kuramı’nı yazan Adam Smith iş etiği ve gizlice işbirliği yapan işadamlarında iş etiğinin bulunmaması hakkında da yazmıştır. David Hume, John Stuart Mill ve diğer çoğu kişi serbest girişimci ekonomik sistemin geliştirilmesinin ahlaki veya etiği hakkında yazı yazmıştır. Karl Marx tarihte yer alması gereken ve insan üretiminin başka herhangi bir dönemden daha yüksek olduğunu kabul ettiği, kapitalist olarak adlandırdığı döneme karşı en keskin saldırıyı geliştirmiştir. Çoğu faydanın, herkesin iyiliği için yeteri kadar çok da olsa, az kişi tarafından kullanılması kapitalizm ile ilgili sorundu. Bugün dahi eleştirisinin takipçileri bulunmaktadır. Tüm bu yazarlar işte etiğin tarihine katkıları olmuştur ve fikirleri çeşitli yollarla halka kadar ulaşmıştır. Bunun sebebi sokaktaki insanın veya basın üyelerinin tüm bu eserleri okumuş olmalarından ziyade bu yazarların yazdıklarının çeşitli yollarla iş ve etiğin kabul gören yönlerinin parçası olmasıdır.
Mesela özel mülkiyetinin ahlaki haklılığı basında veya medyada çok az fikir veya tartışma bulunmaktadır. Bunun yerine kişinin mülk sahibi olma hakkı ve bu hakkın kanunla korunması gerektiği çoğu gelişmiş ülkelerde temel bir hak olarak görülmektedir. Hükümetin temel işlevi tartışılırken mülk temelleri, özel girişimciliğin hukuksallığı ve çalışmanın maaş sistemi genelde bir toplumun ekonomik yapısında doğal olarak kabul edilirler. Karl Marx’in kapitalizme karşı eleştirisi Birleşik Devletlerde hiçbir zaman ciddi olarak kabul görmedi ve çoğu Avrupa ülkelerinin aksine hiçbir demokratik sosyalist politik partisi ABD ‘de oluşmadı. Yine de Marx’in sömürüyü eleştirmesi, malların insanlardan daha değerli olarak görülmesini ile insanları ne olduklarından ziyade neye sahip oldukları ile değerlendirilmesi tasvip etmemesi Amerikan kültüründe dahi yankı yapmaktadır.
İş etiği olarak adlandırılan kavramın 1970lerden beri yükselmesi 1960lardaki karışık dönemi takip eder. O dönemde çevreci ve tüketici hareketlerinin yanında Birleşik Devletlerde Temel Haklar hareketi gelişti. Vietnam savaşı hükümetin katılmasına karşı protestoların oluşmasına sebep oldu ve çoğu katılımcıların bir bölümünde askeri-endüstri ilişkisine karşı bir tepki oluştu. İkinci Dünya Savaşı sonunda Birleşik Devletler ciddi yıkıntı yaşamayan tek büyük güç olarak kaldı. Bunun sonucunda Amerikan şirketleri gelişti ve dünya çapına yayıldılar. Büyük bir endüstriyel gelişmenin, özellikle kimyasal petrol bazlı endüstrilerin inanılmaz büyümesinin, sonucunda çevre kirliliği büyük çapta bir sorun oldu. Şirketlere saldırmak için çevreci gruplar oluşmaya başladı. Büyük şirketlerin eleştiricilerine Amerikan şirketlerinin küresel erişiminin sömürücü olarak görenler de (mesela Barnet 1974) katıldı. Çoğu eleştiriler ahlaki terimlerle ifade ediliyordu. 1970lerin sonuna doğru iş etiğinin akademik bir dal olarak ortaya çıkması ile eleştirmenlerin ele geçirdiği bir sözlük ve herşeyi kapsayan yapı oluştu. Bu daha sonra basına ve genel kültüre yayıldı.