CEO ve CFO bir şirketin en önemli iki yöneticisi, aynen bir gemideki kaptan ve baş mühendis gibi. İki farklı karakter, iki farklı deneyim ve iş disiplini gerektiren iki farlı ancak birbirini bütünleyen yönetici.
İkisinin dünyasını da basit aritmetikle anlatmak mümkün. Bir CFO için 2×2 her zaman 4 etmeli. Şirketin varlıklarını koruması ve hayatta kalması bu sağlam temelin sarsılmazlığı ile mümkün. CEOnun dünyası ise farklı; onun dünyasında 2×2 kimi zaman 5 eder, kimi zaman 7. İyi CEO ile kötü CEO arasındaki temel fark ise bu basit işlemin sonucunun ne zaman ve neden 5 edebileceğini öngörme yeteneği ve bu riski yönetme becerisidir. Bu beceriye sahip olmayan CEO bir kaç defa başarılı olabilir ancak uzun vadede kaybeder.
İlk bakışta anlamlı gibi görünen bu tespit de günümüz CEOsunun dünyasını açıklamak için yeterli olmaktan çok uzak.
21.yy CEOsu iyi bir risk yöneticisi, cesur bir girişimci, sorumlu bir lider olmasının yanında bir çevre aktivisti, hatta bir devlet adamı gibi düşünmek zorunda.
24 Mayıs’ ta Etik ve İtibar Derneği tarafından düzenlenen Etik Zirvesi’nde yeni kapitalizmi tartıştık. Kapitalizm 2.0’ın özünde tüketim toplumu değil sorumlu tüketim toplumu dinamiklerine uyumlu çalışan bir iş dünyası var; zira temiz su ve hava da dahil olmak üzere dünya kaynakları hızla tükeniyor ve 21yy şirketinin hem doğa hem de insanlar üzerindeki etkisi sadece iktisadi olmaktan çok ötede.
Şirketinin gelecek planlamasının kendi görev süresiyle sınırlı olmadığının bilincine varması gereken CEO, dünyaya çevreci bir aktivistle aynı pencereden bakmadıkça, sürdürülebilirliğin bir departman projesi değil, yönetim kurulu iradesini yansıtan bir iş modeli olması gerektiğini anlamadıkça işini “iyi” yapmış sayılmayacağının farkında olmalı.
Örneğin Muhtar Kent’in geleceğin Coca-Cola’sını planlarken dünyanın kullanılabilir tatlı su rezervlerinin etkin ve sorumlu kullanımını göz ardı etmesi, hatta rakiplerinin göz ardı etmesine sessiz kalması mümkün müdür?
Aynı bakış açısıyla, şirketinin ana üretim merkezini hangi ülke, bölge hatta şehre taşıyacağını o bölgenin doğal, kültürel, iktisadi ve insani yerel kaynaklarına etkisini hesaplamayan CEO, bu kararı sadece ekonomik dinamikleri düşünerek verdiyse uzun vadede başarılı olması nasıl beklenir?
Günümüz CEOsunun devlet adamı refleksi geliştirmesi konusunu biraz daha açalım…
Devlet adamı bir topluluk temsilcisi refleksiyle hareket etmez. Verdiği kararların, bir kabile reisinin aksine, kendisinden olan ve olmayan, toplumun tamamının geleceğini ilgilendirdiğini bilir ve risk algısını bu yönde geliştirir.
Bu noktada bir ayrımı hatırlatmakta da fayda var: Devlet adamı veya gönüllü aktivist ile kastım Bill Gates gibi servetini dünyanın sorunlarını çözmek gayreti ile gönüllü işlere harcayan veya bir yönetici olarak elde ettiği gücü politik arenada belli ideallerini hayata geçirmek için kullanan bir yöneticiden bahsetmiyorum. Bunlar çok değerli ve insanlık için faydalı idealler olabilir; ancak benim bahsettiğim CEO, yönettiği firmanın çıkarlarını görevinin gerektirdiği gibi korurken bu gereklerin genişlemiş olan bir sorumluluk alanı olduğu bilinciyle hareket eden CEOdur. Yani devlet adamı CEO, sosyal sorumlulukları ile idari sorumluluklarını birbiri ile bağını kopartmadan yönetir.
Devlet adamı CEOnun bir sorumluluğu da sahip olduğu bilgi ve tecrübeyi yerel veya uluslararası kurum ve oluşumların faydasına sunmaktır. Bunlar World Business Council for Sustainable Development (WBCSD), Business for Social Responsibility (BSR), UN Global Compact gibi uluslararsı kurumlar olabileceği gibi CEO Water Mendate veya Corporate Leaders Network for Climate Action gibi tematik oluşumlar da olabilir.
Örneğin, Bank of America CEOsu Unilever CEOsu Charles O. Holliday, Jr.’ ın başkanı olduğu WBCSD’ nin başkan yardımcıları Reliance Industries CEUsu Mukesh Ambani, Toshiba Corporation CEOsu Atsutoshi Nishida ve Unilever CEOsu Paul Polman’dır. Bu bilgiden sonra Etik ve İtibar Derneği’nin 97milyar doların üzerinde ciroya sahip kurumsal üyelerinin tamamının dernekte CXO seviyesinde temsil edildiğini hatırlatmamı da mazur göreceğinizi umarım.
Bu noktada akıllara şu soru gelebilir: CEOlara dünyanın geleceği ile ilgili politikaların üretildiği kurumlarda söz sahibi olacak yetkiyi kim veriyor? Onları kim seçiyor? Çoğulcu demokrasi refleksi ile sorulan bu soru bir çok bakımdan haklı olabilir ancak günümüz dünyasının çok kutuplu dinamiklerini göz ardı etmemek gerekir.
Sınırları çizilmiş ülkelerin ve o ülkelerin oluşturduğu üst kurumların gündemlerinin yön verdiği politikalar devri kapandı. Sınırlar ötesi sorumluluklardan, ortak ideallerden, ortak sorunlardan ve çözümlerden bahsettiğimiz 21. Yy da en büyük 200 şirketin yıllık toplam satışının dünyanın %25 inin toplam gelirinden 18 kat daha fazla olduğunu gözden kaçırmak mümkün değil. 1648 Westphalia Anlaşması ile hayatımıza giren ve uluslararası hukuka yön veren, ulus devlet kavramı dominant dinamik olma özelliğini kaybetmeye başladı. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Deklarasyonu, Ruggie Çerçeve Çalışması, “Ecocide” kavramının insanlığa karşı işlenmiş suçlar arasında tanım bulması uluslararası regülasyonun ulus devletler ilişkisinin ne kadar ötesine geçtiğinin birer kanıtı değil mi?
Türkiye’ nin üst lige giden yolculuğunda başarı ancak kurumlar arasındaki sınırların kalkmasıyla mümkün olacak.
Kamu, özel sektör, STÖler beceri ve tecrübelerini, kendi özel ajandalarından sapmak pahasına değil, her biri önceliklerini korurken daha büyük ortak amaca hizmet için birleştirdiklerinde belki başarı garantilenmez ama kaçınılmaz başarısızlığın ağından kurtulmuş olurlar.